Ben Esra telefonda seni boşaltmamı ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32
Ev Arkadaşımın Türbanlı Annesi! (5) ALINTI
Sonraki bir iki gün her eve gelişimde hafıza kartını alıp taktım bilgisayarıma. Ama hayal kırıklığına uğradım. Meryem Hanım evde tekti, Serhat’tan eser yoktu. O gün olanlardan sonra Meryem Hanım Serhat’a siktir çekmişti anlaşılan. Yine de Meryem Hanımın evde yalnız kaldığında başını örtmeden rahat giysilerle dolaşmasını izleyip 31 çekmekten geri kalmadım.
Cumartesi akşamı Cemil evdeydi. Salonda annesiyle beraber televizyon izlerlerken ben de odamda ders çalışıyordum. Saat dokuzu geçerken kapıma vuruldu, Meryem Hanımın, “Burak, müsait misin?” diyen sesi geldi hemen ardından. Hemen toparladım kendimi ve “Buyurun, müsaidim!” dedim. Az sonra kapı açıldı ve Meryem Hanım başını uzattı aralıktan.
“İçeri gelsene, ne yapıyorsun?” dedi gülümseyip. “Şey, ders çalışıyordum. Birazdan gelirim!” dediğimde, “Tamam!” dedi ve kapattı kapıyı tekrar. On dakika kadar sonra içeri gittim. Cemil salonda yoktu, odasına geçmişti. Meryem Hanım çekyatta oturuyordu, beni görünce toparlandı. Uzun açık mavi kot bir etekle çiçekli uzun kollu bir bluz giymişti. Başını ise omuzlarını ve göğsünü de örten büyük bir türbanla çenesinin altından bağlamıştı sıkıca. Çekyatın yanındaki sandalyeye oturdum.
“Bizim oğlan bu kıza iyice abayı yakmış anlaşılan!” dedi gülümseyerek. Ama bunu söylerken bundan memnun olmadığı anlaşılıyordu. “E, genç çocuk ne de olsa!” dedim. Cevabımın üzerine, “Sen de öyle misin?” diye sorunca biraz utandım. Yine de belli etmemeye çalışarak, “Esk**en öyleydim, ama şimdi değilim!” dedim. Bir şey demedi sözlerime. Bir süre televizyon izledik. Meryem Hanım yine bir dizi izliyordu. Dizi reklamlara girince bir şey demeden kalktı. Az sonra tuvalet kapısının kapanma sesi geldi.
Dokunmatik telefonu çekyatın üzerindeydi. Cemil odasındaydı, annesi ise tuvalette. Fırsat bu fırsat diyerek telefonu aldım elime. Bir numaradan gelen epey cevapsız çağrı vardı. Sonra mesajlara baktım, aynı numaradan gelen mesajlarla doluydu. Cevapsız çağrıların ve mesajların sahibi Serhat’tı. İlk gönderdiği mesajlarında özür diliyordu Meryem Hanımdan. Ancak sonradan gönderdiği mesajları ise tehdit doluydu.
Bir tanesinde (Eğer bana vermeye devam etmezsen kocan her şeyi öğrenir!) yazmıştı. Bir diğerinde ise (Ben bitti demeden bitemez. Oğlun ve kocanın öğrenmesini istemiyorsan Pazar günü bana gel!) diyordu Serhat. Birkaç mesaja daha bakacakken tuvalet kapısının açılma sesi geldi. Hemen telefonu yerine bıraktım. Az sonra Meryem Hanım geldi, “Meyve ister misin?” diye sordu çekyata oturmadan. “Yok, teşekkür ederim. Sağ olun!” dedim.
Biz televizyon izlerken Cemil odasından çıkıp geldi. Meryem Hanım oğlunun kız arkadaşıyla bu kadar ilgilenmesine bozulmuştu. “Bitti mi konuşman?” dedi sert bir ses ve somurtan bir suratla. Cemil annesinin bu tavrına hazırlıklıymış gibiydi. “Sana ne, seni ne ilgilendirir. Sen kendi işine bak!” dedi. Meryem Hanım oğlunun bu şekilde konuşmasına bozulmuştu. “Sen çok edepsizleştin!” dediğinde, Cemil, “Kiminle konuşacağıma sen mi karar vereceksin, sen kimsin ki?” dedi.
Cemil’in bu şekilde konuşması benim de canımı sıktı. “Cemil, o senin annen, öyle konuşma!” dediğimde, “Abi sen karışma!” dedi sözümü keserek. Sonra annesine dönüp, “Sen niye halen dönmedin Sivas’a, gitsene artık, rahat bırak beni!” dedi ve tekrar odasına gidip kapıyı sertçe kapattı. Cemil’in bu tavrı Meryem Hanımı fena etkilemişti. Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle siliyordu.
“Saçımı süpürge ettim bu çocuk için ben. Ben onun anasıyım, onun iyiliğini düşünüyorum, şu yaptığına bak!” dedi ağlaya ağlaya. “Boş verin, sakin olun. Daha genç, o da anlar sonradan yaptığını, pişman olur!” dedim, ama nafile. Meryem Hanım ağlamaya devam ediyordu. Kadının bu acıklı hali beni de etkilerken kalkıp yanına oturdum. “Lütfen, ağlamayın!” dedim ve kollarından tuttum sakinleşmesine yardım eder diye.
İnce bluzunun altından kollarının yumuşaklığını hissetmek yarağımı hareketlendirdi bir anda. Meryem Hanım iki eliyle yüzünü tutmuş ağlarken onu sakinleştirme bahanesiyle kollarını adeta okşuyordum. Pantolonumun altındaki hareketlenmeden habersizdi elbette. Ona geçen akşam telefonunu nasıl kullanmasını gösterdiğim zamandakinden de yakındım, canlı canlı dokunuyordum kendisine.
Meryem Hanımın üzerinden geçen günkü gibi yoğun olmayan bir hacı yağı kokusu geliyordu. En pahalı parfümün yapacağı afrodizyak etk**en bile daha etkiliydi bu koku. Kokuyu daha çok alabilmek için yaklaştım iyice. Şimdi dizim dizine değiyordu. Yarağımdaki hareketlenme daha da arttı bu temasla birlikte. Yüzümü yüzüne yaklaştırdım, kokuyu çektim içime. Bazen otobüslerde, minibüslerde rast geldiğim ve hoşuma gitmeyen bu koku şimdiyse beni azdırıyordu.
Pantolonun önünde çadırı dikmiştim resmen. Meryem Hanım ellerini yüzünden çekerken hemen kalkıp sandalyeye geri oturdum. Hafiften kamburumu çıkarıp öne doğru eğildim. Yarağımdaki sertliği fark etmemeliydi. Gözyaşlarını silerken, “Kusura bakma, tutamadım kendimi, ana yüreği!” dedi.
Ağlamasının ardından şimdi de zoraki gülümsüyordu. “Olur mu ne demek. Cahil çocuk, o da anlar sonra yaptığı hatayı!” dedim. Bir süre sonra yarağımın sertliği kayboldu. Biraz daha televizyon izledik, ama Meryem Hanım çok keyifsizdi. Morali tepetaklak olmuştu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi telefonuna gelen bir mesaj var olan sinirini daha da artırıp moralini bozdu.
Telefonu eline aldı ve benim görmemi istemediğinden hafifçe öbür tarafa dönerek okudu mesajı. Az sonra dudaklarından, “Orospu çocuğu!” sözleri bir fısıltı gibi çıktı. Benim duymadığımı sanıyordu, ama yanılıyordu. Gözüm televizyondaydı, ama kulağım kendisindeydi. Mesaj Serhat’tan geliyordu, yine bir tehdit mesajı yazmıştı belli ki.
Meryem Hanımın olan biteni bildiğimden haberi yoktu. Benden yana dönüp hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışması boşunaydı. Kısa bir süre daha izledik televizyonu. Bu ara telefonu çaldı. Meryem Hanım ekranda numarayı görür görmez meşgule attı, ama birkaç saniye sonra yeniden çalınca bir hışımla kalktı ve içeriye gitti hiçbir şey demeden.
Serhat tehditlerini sürdürüyordu, bu işin peşini bırakmayacağa benziyordu. Hemen kalktım. Meryem Hanım mutfağa girmiş ve kapıyı da kapatmıştı. Ancak içerdeki fısıltılı konuşmalarını duyabiliyordum. “Niye arıyorsun beni, oğlum evde… Artık bitti, tamam mı… Öyle mi… Ne yapacaksın… Ha, öyle yaparsan ben de seni millete rezil ederim… Görürsün… Görürsün… Travestilere gittiğini anlatırım herkese… Bak görürsün… Sen bilirsin… Ne boklar yediğini biliyorum… Kendini siktiriyorsun o ibnelere… Hadi bakalım… Görürsün…” derken gerisin geri döndüm salona.
Duyduklarım gerçekten inanılmazdı. Serhat travestilere gidiyor, bu yetmiyormuş gibi kendini onlara siktiriyordu. Serhat gibi görüntüsü bile insanı korkutan bir adam için gerçekten inanılmazdı bu. Ve bunu Meryem Hanım biliyordu. Akıl alır gibi değildi…
Meryem Hanım yeniden salona döndüğünde suratı kıpkırmızıydı. “Hayırdır, iyi misiniz?” dediğimde, “Ha, iyiyim iyiyim. Bizim bir akraba hastalanmış Sivas’ta, hastaneye kaldırmışlar. Ona moralim bozuldu.” dediğinde (Sen de iyi hikâye uyduruyorsun!) dedim içimden. Birkaç dakika daha televizyon izledim, sonra da, “Müsaadenizle ben kalkayım!” dedim. Meryem Hanım, “Sen bilirsin!” dedi soğuk bir tavırla. Bu soğukluğu bana değildi. Önce oğlu, sonra da sikicisi bozmuştu moralini, ancak piyango bana çıkmıştı.
Odama döndüm. Birkaç dakika sonra yan odada kıyamet koptu. Cemil ve annesi kavga ediyordu. Meryem Hanım Cemil’e bağırırken, Cemil de annesine karşılık veriyor, bağırıyordu. Arada birkaç kez annesine, “Siktir git!” dediğini duydum. Cemil iyice zıvanadan çıkmıştı. Kalkıp içeri gidip birkaç tokat atasım geldi, ama (Boş ver, kendi içlerinde halletsinler!) dedim kendi kendime. Sesler bir süre sonra kesildi, yan oda kapısının kilitlendiğini duydum. Anlaşılan Meryem Hanım odanın kapısını kilitlemişti. Birkaç dakika sonra ev derin bir sessizliğe bürünmüştü. Biraz bilgisayarda takıldıktan sonra yattım.
Sabaha karşı çişimi yapmak için kalktım. Salondaki küçük lambanın ışığının yandığını fark ettim. Cemil açık unutup yatmıştı herhalde. Lambayı kapatmak için salona geçince bir sürprizle karşılaştım. Meryem Hanım çekyatta yatıyordu. Demek gece kapıyı kilitleyen Cemil’di. Annesini odasından kovmuştu. Meryem Hanım ince bir yorganın altında hafif yan dönmüş halde yatıyordu. Başını arkadan siyah ince bir başörtüsüyle bağlamıştı. Alttan, hafifçe açılmış yorganın altından sağ baldırı görünüyordu. O zamana kadar hep bilgisayar ekranında gördüğüm şeyi ilk defa canlı canlı görüyordum.
Sabahın o saatinde yarağım kalkmaya başladı. Benden habersiz derin uykusundaydı Meryem Hanım. Etli ve bembeyaz baldırı tam karşımdaydı. Yavaşça ilerleyip çömeldim. Çıplak eti ile aramda birkaç santim vardı. Baldırı küçük lambanın ışığında parlıyordu resmen. Kıldan, tüyden eser yoktu, pürüzsüzdü. Dokunmak için hamle yaptım, ama sonra durdum, cesaret edemedim.
Bir dakikaya yakın kaldım öyle. Kalbimin atışları tavan yapmıştı. Birden bire yorganda bir hareketlenme olunca hemen doğrulup içeri kaçtım. Acaba Meryem Hanım fark mı etmişti beni? Olduğum yerde kaldım bir süre. Sonra yavaşça başımı uzatıp baktım içeriye. Meryem Hanım uykusuna devam ediyordu, beni fark etmemişti. Üstelik manzara bu kez daha muhteşemdi.
Sırtı televizyona, yüzü duvara dönüktü ve yorganı daha çok açılmıştı. Şimdi sadece baldırı değil, sağ bacağının dizden birkaç parmak yukarısı da görünüyordu. Yeniden parmak uçlarıma basa basa geçtim içeriye ve çömeldim. Kalbimin atışları sessizliği bastırıyordu. Bembeyaz, dolgun bacağına baktım uzun uzun. Meryem Hanım ara ara horlayarak uyuyordu. Benim varlığımdan habersizdi tamamen.
Bacağına dokunamasam da, bütün cesaretimi toplayıp yorganı kaldırdım hafifçe ve altından baktım. Yorganın altındaki loş karanlıkta sol bacağının beyazlığı hemen belli oluyordu. Yorganı biraz daha kaldırdım. Üzerinde pembe renkli ince penye bir gecelik vardı. Ve uyurken vücudunun hareketleriyle açılmıştı. Sol bacağı dizinden nerdeyse bir karış yukarısına kadar açıktı. Kalçasının güzelliği büyüleyiciydi.
Yorganı yavaşça indirdim yeniden ve içeriye, odama geçtim. Meryem Hanımın sabahın o saatinde bana sunduğu güzellikleri düşünerek soyunup çıplak kaldım, yatağa girdim. Yarağım kazık gibiydi. Sıvazlamaya başlamıştım ki, birdenbire büyük bir hışımla boşalmaya başladım. Döllerim bir fıskiyeden akan su misali fışkırdı havaya. Külotumla sildim döllerimi ve sonra çırılçıplak bir halde uykuya daldım.
Uyandığımda saat 11:00’i biraz geçiyordu. İçerden, mutfaktan sesler geliyordu. Kalkıp giyindim ve içeri geçtim. Meryem Hanım mutfaktaydı, kahvaltı hazırlıyordu. Tavada sigara böreği kızartıyordu. Beni görünce gülümseyip, “Hayırlı sabahlar!” dedi. “Size de! Yardım edeyim mi?” dedim. “Yok sağ ol, bir şey kalmadı zaten. Sen içeri geç!” dedi yanıt olarak.
Salona geçtim, Cemil yoktu. Odasının kapısı açıktı, baktım, ama odada da yoktu. Sehpanın üzerinde peynir, zeytin vs. vardı. Cemil yoktu evde, kız arkadaşıyla buluşmaya gitmişti anlaşılan. Cemil annesinin gelmesinden memnun değildi, ama ben çok memnundum. Sunduğu güzelliklerin haricinde Meryem Hanım sayesinde midem bayram ediyordu.
Az sonra Meryem Hanım önce demlikleri, sonra da bir tabak sigara böreğini getirdi. “Cemil yok mu?” diye sordum. “Ben kalktığımda yoktu, gitmiş!” dedi. Sonra da, “Aman boş ver, ne hali varsa görsün. O da aynı babası kılıklı, ömrümü yedi ikisi de!” dedi. Dün akşamki kıyafetleri vardı üzerinde. Sessizce kahvaltımızı yaparken, “Bugün nereye götüreceksin beni?” dedi Meryem Hanım.
“Bugün mü?” dedim şaşırarak. “Evet, konuşmuştuk ya, hani Pazar günü gezmeye gideriz diye. Unuttun mu yoksa?” dedi. “Yok, unutmadım da, hani Cemil yok ya, onun için…” dedim. “Aman boş ver onu, biz gezeriz!” dedi gülümseyerek. “Sonra Cemil kızmasın?” dediğimde, “Ne kızacak, anasına ‘siktir git’ diyen adamdan ne hayır gelir. Kızsın da göreyim, hiç umurumda değil!” dedi. “İyi, nasıl isterseniz!” dedim.
Az sonra, “Nereye gidelim?” diye sordu. “Nereye isterseniz!” dedim. “Eminönü uzak mı buraya?” diye sordu gülümseyip. “Yok, uzak değil. Şu aşağıdan otobüslere bineriz…” derken kesti sözümü ve “Aman boş ver otobüsü falan. Taksiyle gideriz!” dediğinde, “Gerek yok, hem çok yazar!” dedim. “Aşk olsun, sana para ödetirim diye mi korkuyorsun?” dedi. Bu sözleri canımı sıktı, “Yok, Estağfurullah, olur mu öyle şey!” dedim.
Meryem Hanım, “Yok, sen beni yanlış anladın, o manada demedim ben. Sen öğrenci adamsın, sana para ödetmem ben korkma!” dedi. “Yok, ne korkması. Gerek yok, ben hallederim!” dedim, ama Meryem Hanım, “Yok yok, ben biraz alışveriş filan da yapıcam, haftaya eve dönücem çünkü!” dediğinde yutkundum. Demek Meryem Hanım haftaya evine, Sivas’a gidecekti. Ve kim bilir ne zaman dönecekti. Hem dönüp dönmeyeceği de belli değildi ayrıca. Onu sikme arzusuyla yanıp kavruluyordum, ama Meryem Hanım haftaya gidecekti.
“Neden? Biraz daha kalın! Genç çocuk ne de olsa…” derken, “Yok yok, artık eşek kadar adam oldu. Bu saatten sonra da zor adam olur. En iyisi işler daha boka sarmadan ben döneyim!” dedi. Kahvaltının ardından giyinip hazırlandım ve salona geçtim. Meryem Hanım da bu arada bulaşıkları yıkıyordu. Az sonra o da giyinmek için Cemil’in odasına girdi. Daha önceden kapıyı kilitlerken, şimdi kapıyı kilitlememiş, sadece kapatmakla yetinmişti. Birkaç dakika sonra çıktı odadan ve salona geldi.
Çok güzel ve çekici görünüyordu. Uzun, siyah renkli ve pileli bir etekle parlak beyaz bir gömlek giymişti. Gömlek vücuduna oturmuş gibiydi. Karnı, göbeği ve daha önemlisi iri, şişkin memeleri altında belli oluyor, sutyenin izi rahatça görünüyordu. Başını büyük ve renkli bir türbanla bağlamıştı. Ayağında ten rengi parlak çoraplar vardı. Bakınca gözlerine kalem, kirpiklerine de rimel sürdüğü kolayca anlaşılıyordu.
“Hazırsan çıkalım!” dediğinde, “Olur!” dedim. Ama daha sonra heyecanıma dayanamayıp, “Çok güzel olmuşsunuz!” dedim. Meryem Hanım sözlerim karşısında şaşırdı, utandı, ne diyeceğini bilemedi. Yüzünün kızardığını fark ettim, ama benim durumum ondan da beterdi. Kendi kendime (Ulan ne salak adamsın, kadına böyle denir mi?) dedim. Meryem Hanım kibarca, başını öne eğerek, “Teşekkür ederim!” dedi.
Askıdaki uzun siyah pardesüsünü giyinip düğmelerini kapadı tek tek. Beline oturan pardesü vücut hatlarını gizlemek yerine daha da belirginleştiriyordu. Siyah topuklu ayakkabılarını giymek için tam önümde domaldığındaysa yarağım sertleşmeye başladı. “Hay Allah, bu da olmuyor artık!” diyerek çekecekle ayakkabısını giymeye çalışırken koca götü pardesünün altından adeta bana selam gönderiyor, sağa sola bıngıl bıngıl oynuyordu. Sonunda başarıp ayakkabılarını giydiğinde ben de montumu ve ayakkabılarımı giyindim.
Geçen Pazar olduğu gibi önümden pardesünün eteklerini tutarak merdivenleri çıkarken, dün gece gördüğüm baldırları açığa çıkıyordu. Ne yapıp edip bu kadını Sivas’a gitmeden önce sikmeliydim. Yarağım sertleşmişti caddeye çıktığımızda. Fark etmesin diye hafif kamburumu çıkarıp montumu da aşağı çekerek yürüyordum.
Bir taksiye atlayıp Eminönü’ne gittik. Taksinin parasını vermek için elimi cüzdanıma götürürken arkadan uzanıp elime dokundu ve “Allah için, ölümü gör!” dedi. Beyaz, yumuşak elini hissetmek beni heyecanlandırırken, “Al kardeş, o öğrenci, ondan para alma!” diyerek taksiciye parayı uzattı.
Eminönü’nde denizin kenarında dururken yan tarafımıza birileri gelip resim çektirdi. Bunu gören Meryem Hanım, “Burak, benim de resmimi çeksene!” deyince, “Olur!” dedim. Omzundaki siyah çantasından cep telefonunu çıkarıp uzattı ve “Şununla çeksene!” dedi. “Tamam, şöyle geçin o zaman!” dedim. Meryem Hanım biraz amatörce ve acemice hareketlerle poz verirken çektim resmini.
Ancak cep telefonunun kamerası pekiyi değildi ve güzel çekmemişti. “Ay bu da kötü olmuş!” deyince, “İsterseniz benimkiyle çekeyim?” dedim. “Ay sahi mi, iyi olur vallahi!” dedi. Telefonumu çıkarıp birkaç resmini çektim. Resimleri görünce, “Ay çok güzel çıkmış, Allah senden razı olsun. E peki, bunu nasıl alırım ben senden?” dediğinde, “Ben bastırırım fotoğrafçıda!” dedim. Çok sevindi cevabıma. Biraz daha kalıp denizi seyrettik.
Pazar günü olduğundan etraf kalabalıktı. Hava da güzeldi ve insanlar bu fırsatı kaçırmak istememişti aynı bizim gibi. İnsanlar birbirinin üzerine çıkmaya çalışıyordu adeta. Böyle görüntülere alışık olmayan Meryem Hanım insan kalabalığından kaçmak için bana sokuluyordu. Tabii böyle bir durumda vücudum vücuduna dokunuyor, değiyordu. Ellerim zaman zaman istemeden eline, koluna çarpıyordu. Alt geçitten geçerken ise olay başka bir noktaya ulaştı.
O yoğun kalabalığın içinde Meryem Hanımı korumaya çalışırken elim altta götüne değdi. Ve bu biraz şiddetli bir değmeydi, hatta değmeyle avuçlama arası bir şeydi. Onun dolgun ama yumuşak bir yastık gibi götünün arasına girmişti elim resmen. O anda yarağım sanki bir füze gibi dikiliverdi. Meryem Hanım o kalabalığa rağmen yan gözle dönüp bana bakmadan edemedi, ancak bir şey demedi. Az sonra merdivenleri ağır ağır çıkıp alt geçitten kurtulduğumuzda kendisinden özür dilesem mi diye düşündüm, ama sonra bunun kazayla olduğunu anlamıştır herhalde diyerek vazgeçtim.
Sirkeci tarafına doğru tezgâhları geze geze dolaşırken de aynı manzaralar vardı. İnsanlar birbirinin üstüne çıkacak gibi oluyordu. Meryem Hanım yırtıcı hayvanlardan korunmaya çalışan bir ceylan gibi benden yana sokuluyor, yanaşıyordu. Bir sokakta tezgâhların arasında karınca sürüsü gibi tekli kol halinde ilerlerken Meryem Hanım önüme geçti. Siyah topuklu ayakkabılarının üzerinde götünü sağa sola sallaya sallaya adeta bir dansöz gibi çalkalayarak giderken bakışlarım götüne odaklanmıştı.
Aramızda 15-20 santimlik bir mesafe ya var ya yoktu. Etrafa bakmak yerine onun götüne bakıyordum, etraftakiler umurumda değildi çünkü. Sağ elimi aşağı indirdim. O kalabalığın içinde arkadan birilerinin eli zaman zaman benim sırtıma, belime hatta götüme değerken kimsenin beni fark etmesi mümkün değildi. İşportacıların ve satıcıların bağırışları, yürüyenlerin konuşmaları, sesleri derken kimse kimseyi görmüyor, duymuyordu.
Yutkuna yutkuna götüne dokunmaya başladım. İlk anda hiçbir şey anlamadım, çünkü korkumdan sadece pardesünün kumaşını hissedecek kadar dokunuyordum. Ama sonra biraz daha bastırmaya başladım. Siyah pardesüsü ve altındaki siyah eteğine rağmen tıpkı alt geçitte olduğu gibi yumuşak, dolgun götünü hissettim parmak uçlarımda.
Kanım damarlarımda daha hızlı akmaya başlamıştı sanki. O serin havaya rağmen terlemeye başlamıştım. Biraz daha bastırdım. Tabii bu arada adım adım ilerlemeye devam ediyorduk. Götünün arasına girmişti parmaklarım ve bunu Meryem Hanımın hissetmemesi bana göre mümkün değildi. Yarağım kalkıktı, çadırı dikmiştim. Kamburumu çıkarıp yürüyordum yine. Meryem Hanımdan herhangi bir tepki gelmeyince biraz daha bastırdım. İşte o anda adeta boşalacak gibi oldum. Sağ elim resmen Meryem Hanımın götünü avuçlamıştı. Sağ elimin her bir milimi onun koca götüyle birleşmişti.
Birkaç saniye boyunca o şekilde kaldım. Ondan yana bir tepki gelmediği müddetçe de elimi çekmeye niyetim yoktu. Meryem Hanımdan bir tepki, bir bakış, bir geriye dönüş, hiçbir şey, ama hiçbir şey yoktu. Kadın tezgâhlara bakıyor, yanından gelip geçenlere bakıyordu, ama dönüp bana tek bir bakış atmıyordu. Götünü resmen birisi avuçlamıştı, ama bunu sanki umursamıyor gibiydi.
Sokağın ucuna gidene kadar elimi birkaç kez daha bu şekilde tuttum götünde ve bastırdım. Ancak bir ara önünde gidenler durunca Meryem Hanım da durmak zorunda kaldı. Ve o sırada sanki zincirleme bir trafik kazasıymış gibi ben de arkadan ona çarptım. Tabii bu çarpma oldukça şiddetliydi, çarpan elim olmuştu, çarptığım yerse Meryem Hanımın arka tamponu yani götüydü.
O ana kadar yaptıklarımın çok daha ötesinde bir baskıyla elim götünü avuçladı. Sanki üzerinde hiç kıyafet yokmuş gibi elim götünü hissetti. Kendimden geçecek gibi olurken Meryem Hanımın hafifçe sağa dönüp bana bakmasıyla ne yapacağımı şaşırdım. Elimi çektim hemen. Kadın her şeyin farkındaydı başından beri ve götünü elleyip avuçlamama ses çıkartmamıştı. Ama öküzlük edip o kadar bastırınca bir bakışla beni uyarmak zorunda kalmıştı. Ve bu uyarı sonucu havaya dikilen yarağım bir balon gibi patlayıp sönmüştü.
Az sonra öndekiler yeniden yürümeye başlayınca biz de adım adım yürümeye başladık. Sokağı dönüp boş bir alana çıktığımızda Meryem Hanım derin bir soluk alıp, “Ay burası ne Allah aşkına, millet birbirini eziyor resmen, pestilim çıktı!” dedi. Bense onun bu sözüne cevap vermedim, yüzüne bakmaya bile utanıyordum çünkü.
Ama sanki Meryem Hanım az önce yaşananları çoktan unutmuş gibiydi. “Şuraya da bakalım mı?” dedi eliyle bir sokağı gösterip. “Nasıl isterseniz!” dedim. Bu sokak diğerine göre daha tenhaydı, Meryem Hanım şimdi önümde değil yanımda yürüyordu. Ancak yine de aramızda birkaç santimlik bir mesafe vardı. Bir ara bir tezgâha uzanmak isteyip kolunu kaldırınca memeleri ile göğsüm buluştu. O anda kadının aslında yaptığımdan memnun olduğunu anladım. Götünü ellememe avuçlamama ses çıkartmamasının sebebi bundan duyduğu memnuniyetti. Ben o bakış sonucu geriye çekilince kendini ön plana çıkarıp memelerini göğsüme yaslamıştı.
Korkak davranmama, geri planda durmama gerek yoktu. Meryem Hanım her şeye dünden razıydı belli ki. Sokak bir yerde tezgâhlar nedeniyle yeniden daralıp insanlar tek sıra halinde yürümeye başladığında önüme geçti yeniden. Önceki sokak kadar kalabalık olmasa da Meryem Hanımla aramızda kısa bir boşluk vardı yine. Elimi indirdim aşağı, sanki montumun fermuarını çekmeye çalışıyormuşum gibi yaparken götünü sertçe avuçlayıp sıktım. Meryem Hanım bunu istiyordu ve ben de yapıyordum. Parmaklarım göt yarığının arasına girmiş, avucum dolgun götüyle bir olmuştu resmen.
Meryem Hanımın başının hafifçe benden yana döndüğünü ve bakışlarında belli belirsiz bir gülümseme olduğunu gördüm. Evet, yaptığım hoşuna gitmişti. Götünü öyle sert bir şekilde avuçlamamdan memnun olmuştu.
Onu Sivas’a gitmeden çatır çatır sikmek için çok beklemeyeceğim de kesinleşmişti…
Ben Esra telefonda seni boşaltmamı ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32